MEAL OKUMAK - rahle.org

MEAL OKUMAK - rahle.org

MEAL OKUMAK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Necip ASLAN            

             Her hangi bir dilde yazılmış bir metnin ya da konuşmanın bir başka dile çevrilmesine tercüme denir. Kur’an-ı Kerim’in, Arapça orijinalinden başka bir dile çevirisine meal denilmiştir. Edebi metinlerde bile bir dilden başka bir dile tercüme tam olarak mümkün olamazken Kur'an'ın çevirisinin tam olarak yapılması tabi ki düşünülemez. İşte bu hassasiyet nedeniyle, Kur’an tercümesi yerine, “Kur’an Meali” tabiri kullanılmıştır.

            Tercümeyi genel olarak harfi (lafzî) ve tefsiri (manevî) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfi tercüme nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. Bu tercüme şeklinde asıl dildeki hiçbir kelime atılmaz. Kur'ânı Kerim açısından bakıldığında harfi tercüme, "mütercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur'an'ın her lafzının yerine tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması, Kur'an'ın kelime, ibare yahut nas cihetiyle Arapça'dan başka bir dile aktarılması" şeklinde tanımlanabilir. Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve isimlerin mânalannı karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksızın Kur'ânî ibarelerin harfen nakline dayanır. Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kur'ânı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bazen imkânsızdır. Harfi tercüme ile yapılan tercümelerde mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzlar parantez içinde ya da dipnot şeklinde belirtilmediğinde çeviri tamamen anlaşılmaz hale gelmektedir. Çünkü burada kullanılan mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzlar çevirilen dilde kullanılmamaktadır.

            Tefsirî tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak mânaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir. Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların belirttiği mânayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder. Kur'ânı Kerîm tercümesi yerine daha çok "meal" lafzı kullanılması tercümenin eksik ve yetersiz olduğuna işaret etmek içindir. Kur’an’ı meâl aracılığıyla okuyacakların dikkat etmeleri gereken bir husus bulunmaktadır: Meâl, hiçbir şekilde Kur’an değildir. Meâl, onu hazırlayan tarafından kısmen ve biraz da eksik bir şekilde Türkçe’ye aktarılmış bir anlamdır. Bir insanın yazdığı bir kitabın bile bir başka dile bizatihi kendi dilindeki güzellik içerisinde sadık bir anlam ve güzel bir üslûpla aktaramayacağı dikkate alınırsa bunun Allah’ın sözü için ne kadar imkânsız bir durum olduğu anlaşılır. Dolayısıyla meâl yoluyla Kur’an’ı anlama çabasında olanların bu hususta başvuracakları en emin yol birkaç meâli karşılaştırmalı olarak takip etmeleridir. Böylece meâlleri hazırlayanların farklı ifade kullandıkları yerde okuyucu dikkatini yoğunlaştırarak Kur’an metnini daha sağlıklı anlamaya koyulacaktır.[1]

            Kur'ân-ı Kerîm'de veya hadislerde Kur'an'ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak Kur’an'ın tercümesi konusunun, bir takım tartışmalara konu edildiği görülür. Bir kısım âlimler, bazı âyetlere ve sünnetteki uygulamalara bakarak Kur'an'ın tercümesini zaruri görürken diğer bir kısmı yine Kur'an'dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu'ciz olan Kur'an'ın başka dillere nakli halinde bu özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir. Âlimler arasında Kur’an’ın harfi tercemesinin yapılamayacağı, buna karşılık tefsiri tercemenin yapılabileceği görüşü hâkimdir. Üstelik bu terceme aslının da aynı sayılmamaktadır ve yapılan tercemenin Kur’an’ın yerine geçmeyeceği de özellikle vurgulanmaktadır. Uygulamada ise tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.[2]

            Meâl ile ilgili bir husus da indiği dönemin dilini kullanan Kur’an’daki kelime veya kavramların, ya o zaman kullanılan anlamlarıyla ya da kök anlamlarından koparmaksızın Kur’an’ın kendi ifade örgüsü içinde yüklediği anlamlarıyla kullanılmış olduğudur. Kur’an’ın inişinin üzerinden on dört asır geçmiş ve bu süre zarfında Arapça da kendi içinde bir değişim ve dönüşüme uğramıştır. Günümüz meâllerini hazırlayanların gözünden bu husus kısmen kaçmakta olduğundan Kur’an’da yer alan bu kelime / kavramlar ya günümüz Arapçasında yer aldığı şekliyle ya da çeşitli inanç ve fikir akımlarının / mezheplerinin etkisiyle daralan veya genişleyen anlamlarıyla ele alınıp Türkçe’ye aktarılmaktadır. Bu sorun da daha önce değindiğimiz gibi farklı meâlleri karşılaştırmalı olarak okuyup gerekli yerlerde tefsirlere müracaatla aşılabilir. Meâl okumak Kur’an’ı anlamanın sadece ve sadece bir aracıdır. Kesin ölçüsü ve ölçütü değildir. Meâller bize Kur’an’a dair -tabir caiz ise- bir taslak çizerler. Ancak bu taslakta figürler, şekiller, çizgiler, velhâsıl görüntüler net ve yerli yerince değildir. Bu yüzdendir ki meâl okuyan birinin buradan hareketle Kur’an’a dair nihaî hükümler çıkarması sağduyu sahibi aklın kabullenemeyeceği vahim bir durumdur. Kur'an Meali okurken dikkat edilecek en önemli konu; inanç esaslarında ya da farz, vacip, haram gibi hükümlerde mutlaka tefsirlere ve ilgili fıkıh kitaplarına da bakmak gerekir.

            Tefsirlere baktığımızda bir âyetin birkaç mânâya gelebildiğini ya da farklı müfessirlerin aynı ayete farklı manalar verebildiğini görebilmekteyiz. Bu manaların hepsi usül çerçevesinde kaldığı sürece muteberdir. Meal hazırlayan kişi bunlardan birini aldığında dahi bu ayetlerden çıkarılabilecek manalardan sadece biri tercih edilmiş olunduğundan bu artık Kur'an olmamakta, eksik kalmış olmaktadır. Yani en doğru yazılan meal dahi Kur'an'ın bize vermek istediği mesajı iletmekte eksik kalmaktadır. 

Meal yapacak kişi;

- Kur'an'a ve O'nun tefsirine hakim olmadır,

- Birebir çeviriden kaçınmalıdır,

- Hem Arapçaya, hem de Türkçeye hâkim olmalıdır,

- Türkçe de geçerli olan ifadeler kullanılmalıdır,

- Pürüzsüz bir anlatım için uygun ifadeler seçmeli, özellikle Kur'an'ın üslubu doğru aktarılmalıdır.

            Ancak öncelikle Kur’an tercümesinin insan kaynaklı olan diğer tüm metinlerden farklı olduğunu belirtmek gerekir. Zira Kur’an, indiği dönemde zirveye ulaşmış olan Arap ediplerini dilsel üslubuyla hayran bırakmış bir ilâhî kelamdır. Daha da ötesi benzerinin getirilemeyeceği iddiasıyla muhataplarına meydan okumuş ve dilsel üslubuyla onları aciz bırakmıştır. Böyle bir metnin tercüme edilmesi elbette diğer metinlerin tercümesinden daha zor olacak ve titizlik gerektirecektir. Bu nedenle müstakil bir başlık olarak, Kur’an’ın tercümesini zorlaştıran etkenlerden biri olan dilsel üslubunun mucize oluşu ve bunun meale aktarılmasının mümkün olamayacağı unutulmamalıdır.

            Şimdi yukarıda belirtmiş olduğumuz ve tespit ettiğimiz meallerde ki eksikliklerden bir kaç tane örnek verelim.

·        Yunus suresi 45. ayet:

Diyanet: “Allah‟ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün, aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah‟ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar, doğru yola gitmemişlerdi.”

Elmalılı: “Sanki gündüzün bir saatinden başka durmamışlar gibi hepsini mahşere sevk edeceği gün, beyinlerinde tanışacaklar, Allah‟ın karşısına çıkacaklarını tekzib edib de doğru yolu tutmamış olanlar hakikat hüsrana düşmüş bulunacaklar.”

Hasan Basri Çantay: “O gün (kıyamet günü, Allah) hepsini bir araya toplayacak. Sanki onlar gündüzün bir saatinden başka (bir müddet) eğlenmemişlerdir. Birbirini tanıyacaklardır. Allahın karşılarına çıkacaklarını yalan sayıb da doğru yolu tutmamış bulunanlar muhakkak en büyük zarara uğramıştır.”

            Ayette geçen mahşerde iken “aralarında tanışırlar” “beyinlerinde tanışacaklar”, “birbirini tanıyacaklardır”, “onlar birbirlerini tanımış olacaklar” şeklinde tercüme, sanki insanların o zamanda oturup birbirleriyle tanışacaklarını ifade etmektedir. Ayetin tefsirine bakıldığında bu ayette insanların oturup tanışmalarından bahsedilmediği anlaşılacaktır. Şöyle ki inkârcılar, kıyamet günü yeniden diriltildiklerinde onlara, “yeryüzünde ne kadar kaldınız” diye sorulduğunda, onlar, “dünyada az bir süre kaldık yani ya akşam vakti kadar veya sabah vakti kadar kaldık” diyeceklerdir. Hatta gündüzün bir saati kadar kaldık diye zamanı iyice daraltacaklardır. Bu ayette dünyada az bir süre kalma işi  “kendi aranızda tanışacak kadar kısa bir süre” şeklinde ifade edilmiştir.

Abdullah Parlıyan: Ve o gün Allah, onları huzuruna topladığı zaman, onlara öyle gelecek ki, yeryüzünde sanki sadece tanışmalarına yetecek kadar kısa bir süre, yani gündüzün bir saati kadar kalmış gibi olacaklar, vaktiyle Allah'ın huzuruna çıkarılacakları uyarısına, yalan gözü ile bakan ve bu yüzden doğru yolu tutmaktan geri duranlar, o gün bütün bütün yanılmış ve kaybetmiş olacaklar.

·        Maide suresi 100. ayet:

Diyanet: “(Ey Muhammed!) De ki: Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile. Ey akıl sahipleri!Allah‟a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.”

Muhammed Esed: “De ki: Kötü ve çirkin olan şeyler ile iyi ve güzel şeyler mukayese edilemez, kötü şeylerin bir çoğu sana büyük zevk verse bile. O halde, siz ey derin kavrayış sahipleri, Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki mutluluğa eresiniz!”

            Yukarıda naklettiğimiz meallerde bize göre ibaresinin “pisin/murdarın çokluğu senin hoşuna gitse bile” veya “kötü şeylerin birçoğu sana büyük zevk verse bile” şeklinde tercüme edilmesi son derece sakıncalıdır. Çünkü parantez içinde (Ey Muhammed)şeklinde ifade edilerek ayetteki hitabın Hz.Peygambere olduğu anlaşılmaktadır. Tefsirlerde hitabın, Hz. Muhammed‟e, onun ümmeti ve bütün insanlığa olduğu görülmektedir. Allah'ın (c.c.), Hucurat Suresi 9.ayette, Hz. Peygamber‟in ümmetine imanı sevdirdiği ve onu kalplerinde süslediği/kalplerine benimsettiği, bunun karşısında küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdiği ifade edilirken Hz. Peygamber'e “habis” olan şeylerin güzel görünmesi veya kötü şeylerin birçoğunun ona zevk vermesi, onun hoşuna gitmesi düşünülmemelidir. Doğru tercüme aşağıda belirtildiği gibi olmalıdır.

Elmalılı: “De ki: Murdarla temiz bir olmaz: Murdarın çokluğu tuhafına da gitse, o halde ey temiz özü, düşünür beyni olanlar, Allaha korunun ki felâha iresiniz”

Yaşar Nuri Öztürk: “De ki: Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah'tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.”

·        Hicr suresi 71. ayet:

Elmalılı: “Tâ şunlar kızlarım, eğer yapacaksanız dedi”

Hasan Basri Çantay: “(Lût) dedi: “Eğer (dediğinizi) yapıcılarsanız işte bunlar, (işte) kızlarım”.

Muhammed Esed: “(Lut:) „(Niyetli olduğunuz şeyi) ille yapacaksanız,‟ dedi, „işte bunlar benim kızlarım, (onları alın)!"

            Konunun daha iyi anlaşılması için söz konusu ayete kadar konuyu özetlememiz gerekmektedir. Allah'ın elçileri Hz. Lut'a (a.s.) misafir olarak gelirler. Bunu duyan Lut kavmi hemen Hz. Lut'un (a.s.) evinin önüne gelerek, misafirlerle cinsel ilişkiye girmek için Hz. Lut'tan (a.s.) onları almak isterler. Hz. Lut (a.s.) misafirlerini onlara vermek istemez ve çözüm olarak söz konusu ayetimizdeki teklifi yapar. Bu siyak bilgisi ile yukarıdaki meallere baktığımızda Hz. Lut'un (a.s.) başka bir haramı kendilerine tavsiye ettiği gibi bir izlenim oluşmaktadır. Çünkü Hz. Lut'un (a.s.) kavminin niyeti erkeklerle birlikte olmaktı, onlarla nikâh kıymak değildi. Dolayısıyla “(Niyetli olduğunuz şeyi) ille yapacaksanız,” “işte bunlar benim kızlarım” gibi tercümeler, Hz. Lut'un, toplumunu zinaya davet ettiği şeklinde de anlaşılabilir. Hicr suresindeki ayete de “eğer beraber olmak istiyorsanız işte kızlarım onlarla nikahlanın” şeklinde mana verilmelidir. Harfi tercümeler bu tür ciddi yanlış anlamalara sebebiyet verebilmektedir.

·        İsra 29.Ayet:

Elmalılı Hamdi Yazır: Hem elini bağlayıp boynuna asma, hem de onu büsbütün açıp saçma ki pişman olur, açık kalırsın.

Süleyman Ateş: El(ler)ini boynuna bağlanmış yapma, tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın.

Ümit Şimşek: Elini kısma; onu büsbütün de açıverme ki pişman ve kınanmış halde kalmayasın.

            Burada elini boynunu bağlamak cimrilik etmik manasına gelen bir deyimdir. Elini açıp saçmak ise israf etmik savurganlık yapmak manasındadır. Bunlar Türkçe'de yeygın olarak kullanılan deyimler olmadığı için en azından parantez içinde bunların manası verilmelidir. Aksi halde okuyan kişi ayette anlatılmak isteneni anlamayacaktır. Yine burada harfi tercüme yapılmış ve  ayette anlatılmak istenen tam olarak ifade edilememiştir.

Mustafa İslamoğlu: Yine sen (ey insan), ne ellerini boynuna bağlayıp (cimrilik yap), ne de onları büsbütün açarak (saçıp savur); eğer böyle yaparsan, kınanmış olarak bir köşeye atılıp pişmanlık içinde kıvranırsın.

Diyanet İşleri: Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.

·        İsra 13.Ayet:

Süleyman Ateş: Her insanın tâir(kuş)ini boynuna bağladık, kıyâmet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitâp çıkarırız.

Yaşar Nuri Öztürk: Her insanın uğursuzluk kuşunu onun boynuna takmışızdır. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız.

            Meallerde geçen tair kuşunu, uğursuzluk kuşunu ifadelerinden neyin kastedildiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu ifadelerden neyin kastedildiği ya direk ya da parantez içinde mutlaka ifade edilmelidir.

Diyanet İşleri: Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.

Feyzul Furkan: Her insanın amel/hayat defterini boynuna astık (onu sevap günah, ne ile doldurursa doldursun). Kıyamet günü herkese onu, (önünde) açılmış olarak bulacağı bir kitap halinde çıkarırız.

            Sonuç olarak Kur'an'ı anlamak için okumalıyız hemde çokça okumalıyız. Arapça bilmeyenler için ise çözüm tefsir okumak ya da mealini okumaktır. Ayetlerin tefsirini, çerçevesini bildikten sonra meal okumak ya da dinlemek ayetleri hatırlamak ve tefekkür etmek açısından faydalı olmaktadır. Yazımız da da bahsettiğimiz sıkıntıları gözönünde bulundurarak, Kuranı, mümkünse anlam merkezli meallerden ve mümkünse bir kaç mealden bakılarak okumayı tavsiye ediyoruz. Dijital ortamda okuma yapacaklar için hem aynı anda bir kaç mealden okumaya olanak sağlayan hem de istendiğinde ayetin tefsirine ulaşım imkanı veren (Hasenat, İkra, mürşit programı vb) programları tavsiye edebiliriz. Özellikle akıllı telefonlarda ayeti aynı anda bir kaç mealden okuyabileceğimiz bir çok program bulunmaktadır. Hatta uygulamalarda ayetin önce Arapçasını sonra mealini ya da ayetin sadece mealini dinleme seçenekleri de bulunmaktadır.

            Son olarak meal okuyuculara şu mealleri tavsiye edebiliriz.

·        Türkiye Diyanet Vakfı Meali. Hayrettin Karaman, Sadrettin Gümüş, Ali Özek.

·        Feyzü'l Furkan Kur’an  Meali. Server İletişim.

·        Kuran Mesajı. Muhammed Esed. İşaret Yayınları.



[1]     Kur'an Anlaşılsın Diye, Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği Yayınları, Sayfa 33.

[2]     Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kur'an Tercümesi Başlığı, cilt 26, Sayfa 404

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ