TEDRİCİLİK - rahle.org

TEDRİCİLİK - rahle.org

TEDRİCİLİK


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

 Necip ARSLAN

Sözlükte derece kelimesinden türeyen tedrîc “bir kimseyi bir şeye aşamalı biçimde yaklaştırmak ve alıştırmak” anlamına gelir. Istılahi mana olarak ise hükümlerin ilâhî irade tarafından bir defada ve bütün şeklinde değil tebliğ süreci boyunca beşerî ve sosyal olgular dikkate alınıp aşamalı olarak gönderilmesini ifade eder.

 

Allah Teâla Kur'an'da bazı hükümleri toplumun yapısını dikkate alarak bazı hususları birkaç aşamada göndermiş midir? Kur'an'da tedricilik ile ilgili ne tür yöntemler izlenmiştir? İşin başka bir tarafı ise günümüzde biz bu tedriciliği nasıl anlamalıyız ve nasıl uygulamalıyız?

 

Kur’an’ın irşad ve ıslahta takip ettiği tedrîcîlik yönteminin asıl amacı, muhataplarının yanlış alışkanlıklarını zaman içinde düzeltmelerini sağlamak ve bunların yerine Allah Tealanın murad ettiği helaller ve haramlar doğrultusunda alışkanlıklar geliştirmelerini sağlamaktır. Kur’an’ın yirmi üç senelik bir zaman dilimi içinde indirilmesinin temel sebebinin de insanların eski kötü alışkanlıklarının yerine iyilerini geliştirmelerine fırsat vermek olduğu kabul edilir. İçkinin yasaklanmasıyla ilgili âyetler bunun en tipik örneklerindendir (bk. en-Nahl 16/67; el-Bakara 2/219; en-Nisâ 4/43; el-Mâide 5/90-91).

 

Kur’an’ın tedrîcîlik yöntemi hadislere de yansımış, Hz. Peygamber, gerek sözleri gerekse davranışlarıyla iyi alışkanlıklarla donatılmış bir İslâm toplumu oluşturmayı hedefleyen bir üslûp ve yöntem takip etmiştir. Bununla birlikte âyet ve hadislerde, alışkanlıkların -formel olarak kurallara uygun olsa bile- ödev ve amaç bilincinden yoksun kalarak mekanik bir tekrarcılığa dönüşmesini önlemek üzere ister ibadetle ister ahlâkla ilgili olsun, yapılan bütün eylemlerin öncelikle ilâhî bir buyruğu yerine getirme, Allah rızâsını gözetme, iyi, doğru ve gerekli olduğuna inanarak yapma gibi bir bilinç halinin mutlaka eylemle beraber bulunması istenmiştir.

 

Eğitimde tedriciliğin uygulanılması kaçınılmazdır. Bireyin, çocuğun ya da öğrencinin ruh ve beden özellikleri dikkate alınarak kendisine yaklaşılmalı, onun henüz dinen yükümlülük çağında olmadığı göz önünde bulundurularak eksikleri ve hataları olumlu bir yolla giderilmelidir. Kolaydan zora, azdan çoğa doğru arttırma şeklindeki bir uygulama, eğitim sürecinin tamamen başarısızlığa uğraması ya da eğitim süresinin çok uzaması riskini azaltacaktır. İslâmi eğitimde, tedrîcîlik uygulamasında, sevgi ve ikna gibi pedagojik metotların esas alındığı görülmektedir. Nitekim çağdaş pedagojinin ilkelerine göre de korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar çocuk için hem anlaşılmazdır hem de yıpratıcıdır. Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun dinî eğitim ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır.

 

Bireyin, çocuğun ya da öğrencinin bazı alışkanlıkları kazanması için bir süreliğine bazı yasaklar koymak ve bir süre sonra bu yasakları kaldırmak ya da başlangıçta bir süreliğine yasak koyarak sonra tamamen yasaklamak gibi yöntemler kullanılabilir.

 

Kur'an'da tedricilik ile ilgili birkaç farklı yöntemden bahsedebiliriz. Birincisi, önce hükümlerin genel ve soyut (küllî) ilkeler halinde bildirilmesi, ayrıntılı ve somut (cüz’î) düzenlemelerin sonradan yapılmasıdır. Mekke döneminde gelen amelî hükümler umumiyetle genel ve soyut niteliklidir. Söz konusu hükümlerin somut davranışlara uygulanabilir düzeyde ayrıntılı hale getirilmesi Medine devrinde gerçekleşmiştir. Meselâ haksız yere cana kıyma, zulüm, haksızlık, israf, ölçü ve tartıda hile yapma, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmanın yasaklanması; adaletli davranma, iyilik ve yardımlaşma, infakta bulunma, affedici olma ve yetimleri korumanın emredilmesi böyledir. Bu yöntemle müslüman topluma kazandırılan ahlâkî duruş, Medine devrinde yapılacak ayrıntılı hukukî düzenlemeler için hem meşruiyet zemini oluşturmuş, hem de onların sorunsuz biçimde uygulamaya konulmasını sağlamıştır.

 

İkinci yöntem, hükümlerin toplumsal ihtiyaç ortaya çıkıncaya veya toplumsal yapı uygun hale gelinceye kadar geciktirilmesidir. İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, düzenleme ihtiyacının belireceği zamana kadar hükümlerin açıklanmasının geciktirilebileceğini ve bunun fiilen gerçekleştiğini kabul etmiştir.  Bir hükmün belli bir sebebe bağlı olarak gecektirilmesinin onun anlaşılmasını kolaylaştırdığı ve toplumsal yaşamdaki etkisini arttırdığı bilinmektedir. Diğer bazı hükümlerin konulmasında ise -müt‘a nikâhını nihaî şekilde yasaklayan düzenlemenin fetih yılına (8/630) kadar geciktirilmesi örneğinde görüldüğü gibi (Müslim, “Nikâḥ”, 11-32)- toplumsal yapının ilâhî irade tarafından öngörülen formu taşıyabilecek olgunluğa erişmesi gözetilmiştir.

 

Tedrîcde üçüncü yöntem, bazı hükümlerin geçici olarak konulması biçimindedir. Hüküm kendisiyle gözetilen amaç gerçekleştikten sonra yürürlükten kaldırılır. “Geçici hüküm yöntemi” diye adlandırılabilecek bu yöntemin nesihle doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Çünkü toplumsal geçiş dönemlerini düzenlemek amacıyla konulan geçici hükümlerin kaldırılması neshin bir türüdür. Meselâ anne baba ve akrabaya vasiyette bulunulması emri (el-Bakara 2/180) miras hisselerini düzenleyen âyet hükümleriyle neshedilmiş (en-Nisâ 4/11-12), Hz. Peygamber de artık vârise vasiyet yoluyla mal bırakılamayacağını belirtmiştir (Buhârî, “Veṣâyâ”, 6; Ebû Dâvûd, “Veṣâyâ”, 6; Şâfiî, s. 137-145).

 

Tedrîcde takip edilen dördüncü yöntem, aynı yükümlülüğü konu edinen hükümlerin içerdikleri yükümlülüğün derecesi bakımından aşama aşama sevkedilmesidir. Bu yöntemin iki şekilde uygulandığı görülmektedir. İlki ve en çok kullanılanı yükümlülüğün kolaydan zora, azdan çoğa doğru arttırılması yöntemidir. Her aşama bir sonrası için sosyolojik açıdan hazırlık niteliği taşımaktadır. Meselâ beş vakit namazın farz kılınması belli bir süreç içinde ve iki aşamada gerçekleşmiştir. Önce sabah ve akşam olmak üzere iki vakit farz kılınan namazın, daha sonra günde beş vakit kılınması emredilmiştir. İçki içme yasağı da böyledir. Kur’ân-ı Kerîm’de ilk aşamada müslümanların hurma ve üzümden içki ve güzel rızık elde ettikleri belirtilmiş, içki ayrıca zikredilerek güzel rızıktan sayılmamıştır (en-Nahl 16/67). İkinci aşamada içkide hem büyük günah hem de yararlar bulunduğu, fakat günahının yararından daha fazla olduğu ifade edilmiştir (el-Bakara 2/219). Üçüncü aşamada sarhoş iken namaza yaklaşılmaması emredilmek suretiyle içki içilmesi sınırlandırılmış (en-Nisâ 4/43), son aşamada ise içki içilmesi kesin biçimde yasaklanmıştır (el-Mâide 5/90-91). Savaşa ilişkin düzenlemeler de hüküm içi tedrîc yönteminin bir örneğini teşkil etmektedir (konuyla ilgili âyetlerin iniş sırası şöyledir: el-Hicr 15/94; el-En‘âm 6/106; en-Nahl 16/125; el-Ankebût 29/46; el-Hac 22/39; el-Bakara 2/190; et-Tevbe 9/5; el-Enfâl 8/39; el-Bakara 2/244). Hüküm içi tedrîcde nâdir olarak zordan kolaya doğru bir yöntemin izlendiği görülmektedir. Gece namazıyla ilgili hükmün hafifletilmesi bu tür tedrîce örnektir (el-Müzzemmil 73/1-4, 20). Bu yöntemin de nesihle irtibatı vardır. Her yeni hüküm kendisinden önceki aşamada konulan hükmü yürürlükten kaldırmakta, son aşamadaki hüküm son düzenlemeyi bildirmekte, artık önceki aşamalarda gelen hükümlerin uygulanma imkânı kalmamaktadır.

     Birde hükümlerin konulmasında değil uygulanmasında Hz. Peygamber’in gösterdiği hoşgörü anlamındaki tedrîcden bahsedebiliriz. Toplumsal yaşamda köklü değişiklikler içeren bazı hükümlerin konulmasında tedrîce uyulmadığı ya da toplumun belli bir olgunluğa gelmesinin beklenmediği, buna karşılık tatbikatta hükümlerin biçimsel yapısına katı bir bağlılık yerine esnek davranıldığı görülmektedir. Uygulamada işlenen tedrîc genel değil kişiye, topluluğa ve duruma özel niteliktedir. Evlâtlık kurumu kaldırıldığında Resûl-i Ekrem’in Sehle bint Suheyl’e, eşi Ebû Huzeyfe’nin evlâtlığı olan Sâlim’i onun yanına rahatça girip çıkabilmesi için emzirmesini söylemesi (el-Muvaṭṭaʾ, “Raḍâʿ”, 12; Müslim, “Raḍâʿ”, 26-31) bu tür tedrîc yöntemine bir örnektir. Bu uygulamada süt kaynaklı mahremiyetin oluşabilmesi için gerekli şartların bir kısmı göz ardı edilmiştir. Evlâtlık kurumunun âniden kaldırılmasının belirtilen şekilde tedrîcî geçişi zorunlu kıldığı anlaşılmaktadır. Müslüman olmak için cihada çağrılmamayı, kendilerinden öşür alınmamasını, namazla yükümlü tutulmamalarını ve başlarına kendilerinden olmayan birinin yönetici yapılmamasını talep eden Benî Sakīf heyetinin namaz dışındaki taleplerinin kabul edilmesi de (Müsned, IV, 218) bir tedrîc örneğidir. Hz. Peygamber’in Benî Sakīf’ten dinin bütün hükümlerine uymalarını istemesi durumunda onların İslâm’ı kabul etmeyeceklerini, buna karşılık müslüman olduktan sonra zaman içinde hem öşür vereceklerini hem cihada katılacaklarını öngörmesi uygulamada bir geçiş dönemine müsamaha göstermesini gerektirmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 237-238, 389).

 

Tedrîc yöntemi bazı sosyopsikolojik gerekçelere dayanmaktadır. Hz. Âişe’nin, “Kur’an’dan ilk nâzil olan ‘mufassal’dan içinde cennet ve cehennemin zikredildiği bir sûredir. Helâl ve haram ise ancak insanlar peşpeşe İslâm’a girmeye başlayınca nâzil olmuştur. Eğer ilk inen ‘içki içmeyin’ emri olsaydı insanlar ‘içkiyi asla bırakmayız’ ve yine ilk önce ‘zina etmeyin’ emri inseydi ‘zinayı asla terketmeyiz’ derlerdi” şeklindeki sözleri (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 6) belirtilen gerekçelere dikkat çekmektedir. Bireylerin tek tek ve toplum halinde bağlı oldukları inanç, gelenek ve değerleri değiştirmeleri, bir anda ve mekanik olarak değil ancak sosyopsikolojik açıdan çeşitli aşamaları olan bir süreç dâhilinde gerçekleşebilmektedir.

Klasik fıkıh doktrini tedrîc yönteminin geçerli olduğu dönemi Hz. Peygamber’in tebliğ süreciyle sınırlamaktadır.

 

Ancak toplumların geleneksel yapıdan modern yapıya geçmesi, Kitap ve Sünnet’te öngörülen bedenî cezalar, çok eşlilik, kadının şahitliği, miras taksimi ve kölelik gibi meselelerle ilgili bir kısım hükümler bakımından bir uygulanabilirlik, hatta onlar aracılığıyla gözetilen değerler açısından bir savunulabilirlik sorununu beraberinde getirmiştir. Bu sebeple modern dönemde bir kısım araştırmacılar, özellikle Hz. Ömer’in Kitap ve Sünnet kaynaklı bazı hükümlerin formlarını terkedip onların yerine başka düzenlemeler yapmasını dayanak almak suretiyle tedrîci tebliğ süreciyle sınırlı değil her toplumun kendi şartlarını dikkate alan, devamlı ve tekâmül esasına bağlı ictihadî bir yöntem diye görmektedir.

Sahâbe meşrû nizamı korumak ve hukuku muhâfaza etmek için bazı nasların zahirini terketmek veya tahsis ve tamim (genelleştirme) yoluna gitmişlerdir:[1]
Hz. Ömer zamanına kadar bir defada yapılan üç boşama bir sayılırken bu devirde -sû-i isti'mâli önlemek için- üç sayılmıştır.[2]
Hz. Ömer bir kıtlık yılında hırsızlıktan dolayı el kesme cezasını tatbik etmemiştir.[3]
Hz. Ömer devrine kadar zanaatkârlar nezdinde -onların taksîri olmadan- zâyi olan eşya ödetilmezken, bundan sonra -zamanın ahlâkî durumu göz önüne alınarak- ödetilmiştir.[4]

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (aleyhisselam)’den sonra sahabe döneminde değişen şartlara ve günün ihtiyaçlarına göre uygulamalarda bazı değişiklikler yapılmıştır.
 

Kaynaklar:

Diyanet İslam Ansiklopedisi, Tedric Başlığı

 

[2]                   Müslim, (M. F. Abdülbâqi neşri), C. II, s. 1098.

[3]                   el-Bâcî, el-Müntekâ, C. VI, s. 64-65; el-Haymî, er-Ravdu'n-nadîr, (Kahire, 1348), C. IV, s. 234; M. Yûsûf Mûsâ, Tarihu'l-Fıkh, s. 72. 

[4]                   Şâfi'î, el-Umm, C. III, s. 261. 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ